Yargı Reformu Strateji Taslağı ve Reform Çalışmalarıyla Adalet Sisteminin İyileştirilmesi

  1. Ana Sayfa
  2. Duyurular
  3. Yargı Reformu Strateji Taslağı Ve Reform Çalışmalarıyla Adalet Sisteminin İyileştirilmesi
4264 Görüntülenme
16/03/2011

Bugüne kadar Türkiye aleyhine adil yargılanma hakkı ihlali ile sonuçlanan dava sayısı epey sayıda olup, bir kısım karar da dostane çözümle sonuçlanmıştır, bu davaların büyük bir çoğunluğu makul sürede yargılanma ve bağımsız - tarafsız bir mahkemede yargılanma ilkelerinin ihlaline ilişkindir. Adil yargılanma hakkının ihlali yönünden bakıldığında bir nicelik değerlendirmesi yaparsak, Türkiye diğer üye ülkelerden çok farklı bir konumda değildir,hatta bazılarından, örneğin İtalya’dan çok daha iyi bir konumdadır. Fakat bu durum bizi gereğinden fazla bir iyimserliğe de sürüklememelidir. İHAS ile ilgili toplumdaki bilinçlenme 6. madde ile ilgili başvuruların artabileceğini düşündürmektedir. Bu nedenle, alınan önlemleri değerlendirmek ve ileriye yönelik başka önlemler alınması gerekip gerekmediğini de belirlemek gerekmektedir.

Kopenhag Kriterleri’ne uyumun, Türkiye’yi AB’ye bir gün üye yapıp yapmayacağından kimse emin olmasa da, İHAS ile Türk hukuku arasındaki farklılıkları önemli ölçüde giderme işlevini yerine getireceği konusunda kuşku yoktur.

  • Sorunlar

    Ülkemizde adalet ve yargı sistemi ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunuyor. Adalet ve yargı reformu konusundaki önerilerimizi sıralamadan önce adalet hizmetlerinde yaşanan sorunları özetlememizde fayda vardır. Yani yasalarda eksiklikler bulunmasına rağmen mevcut yasaların sistemin ve insan haklarının sağlanması açısından çok yetersiz olmadığı kanaatimi bildirmekle birlikte bu yasaları uygulayacak idari sistemdeki aksaklıkların giderilmesi daha etkili olacağını düşünmekteyim. Ülkemiz adalet sistemindeki reform gerektiren durumları üç gruba ayırarak incelemek gerekir: A-İdarenin işleyişle ilgili sorunlar, B-Yapısal sorunlar, C-Psikolojik ve sosyal sorunlar .

    Buna göre;

    A- İdareni İşleyişle İlgili Sorunlar

    1. Mahkemelerin iş yükü oldukça fazladır. Hakim başına düşen dava sayısının fazlalığı, hem hakimin ruhsal sağlığını tehlikeye düşürebilmekte, hem de iş yükünün yoğunluğu nedeniyle davalara yeterli süre ayrılamamaktadır. Çoğu hakimler mevcut iş yükü karşısında dava dosyalarını doğru dürüst okuyamadan ve yeterli incelemeleri yapamadan karar vermek zorunda kalmakta ve duruşma sırasında dosya inceleyerek yargılamanın uzamasına sebep olmaktadırlar. DİE’nin adalet istatistiklerine dayanılarak yapılan hesaplamalarda özellikle sulh hukuk ve sulh ceza mahkemelerinde hakim başına düşen yıllık dava sayısı 3000 civarında olduğu bazı kayıtlardan anlaşılmaktadır.

    2. Adalet ve yargı sisteminin en önemli sorunlarından birisi de iş yükünün ağır olması dolayısıyla davaların sonuçlanmasını çok uzun sürmesidir. “Geciken adalet, adalet midir?” sorusu gerçekten çok önem taşımaktadır. Mahkemeler sonuçlandığında alınan kararlar bazen önemini kaybedebilmekte ve hatta hiçbir değer ve anlam dahi ifade etmeyebilmektedir

    3. Bir diğer sorun adalet hizmetlerinde insan kaynaklarının nicel ve nitel olarak yetersizliğidir. Toplam hakim sayısı ile dava sayısı karşılaştırıldığında hakimlerin sayısının yetersiz olduğu anlaşılmaktadır. Halen çalışan hakim sayısı kadar “hakim açığı”nın bulunduğu bazı açıklamalarda yer almaktadır.Hukuk Fakültelerindeki eğitimden sonra ilave bir eğitime ve uygulamaya dair çalışma olmadan ne ölçüde yeterlik kazanmış personel olunabildiği de ayrı bir sorundur.Özetle insan kaynaklarının hem sayıca hem de kalite açısından yetersizliği adalet hizmetlerinde istenilen etkinliğe ve verimliliğe ulaşılmasını engellemektedir.

    4. Adalet sisteminin işleyişinde de çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Gereksiz yazışmalarla zaman kaybedilmekte, bu da davaların daha uzun sürede sonuçlanması neticesini doğurmaktadır. Özellikle delillerin toplanması konusunda çok gereksiz formaliteler ve bürokrasi davanın taraflarını mağdur etmektedir. Delillerin toplanması aşaması kalem mevzuatı ile yapılmak yerine doğrudan duruşma açılarak yapılmakta, taraf teşkili ve tebligatlar için aylar ve yıllarca duruşmalar yapılmaktadır.

    B- Yapısal Sorunlar

    1. İlk olarak, fiziki ve teknik yetersizlikler adalet ve yargı hizmetlerinin daha iyi ve süratli sunulmasını engellemektedir. Mahkeme binalarının durumu gerçekten içler acısıdır. Pek çok mahkemede duruşmalar son derece elverişsiz ve yargıya yakışmayacak salonlarda yapılmaktadır. Mahkeme salonlarındaki itiş-kalkış, kırık dökük sandalye ve masalar ülkemizde adalete ne derece önem verildiğinin bir göstergesidir. Hiç bir mazeret, adliye binalarındaki rezaleti haklı gösteremez. Mahkemelerin teknik imkanları da son derece yetersizdir. Mahkemeler, teknolojik imkanları dolayısıyla bilgi toplumunu ve bilgi çağının çok, ama çok gerisindedirler. Hükümetler bu yapıları düzeltmeye çalışmakta çeşitli projelerle bu yetersizliklerin halline çalışılmaktadır. Bu tür yapılanmalarda yapılan işlerin belli bir proje kapsamında yapılması ve ona göre kapasite düşünülmelidir.

    2. Genel bütçe harcamaları içerisinde adalet ve yargı harcamalarının payı oldukça düşüktür. Kamu yargı harcamalarının diğer harcamalara göre genel bütçeden daha düşük bir pay alması, ülkemizde adalet hizmetlerindeki verimsizliğin nedenlerinden birisidir.

    C- Psikolojik ve Sosyal Sorunlar

    1. Adil kararların alınamadığı bir sisteme halkın güveni de temelinden sarsılmaktadır. Yapılan bazı anket çalışmalarının sonuçları Türk halkının önemli bir kısmının mahkemelere güven duymadığını ortaya koymaktadır. Çeşitli kuruluşlar tarafından konunun bilincinde olan bilim adamlarına yaptırılan Türk Toplumunun Değerleri anket çalışmasının sonuçlarına göre ülkemizde halkın önemli bir bölümünün önemli bir çoğunluğunun mahkemelere güvenmediği tesbit edilmiştir.

    2. Adalet ve yargı konusunda yaşanan en önemli sorunlardan birisi de mevcut yasal düzenlemelerin ve mevzuatın günün koşullarına cevap verememesidir.

    Cumhuriyetin ilk yıllarında Batı’nın gelişmiş ülkelerinden kopya edilmiş bazı yasalarımız günün koşullarına uydurulamadığından önemini ve değerini yitirmiştir. Halen eskimiş yasalarla adaleti dağıtmaya kalkışmak sonuçta adaletsizliği kaçınılmaz kılmaktadır. Üstelik ekonomik gelişmeye paralel olarak yapılması gerekli hukuksal düzenlemeler yapılmadığından bu alanda da yaşanan sıkıntılar bulunmaktadır.

  • Çözüm Önerileri

    Ülkemizde adalet ve yargı hizmetlerindeki sorunları çok kısa olarak özetledik. Tüm bu sorunların çözüme kavuşturulması için acil reformların yapılması gerekiyor. İşleyişe ilişkin sorunlarda mevcut idari yapının güçlendirilmesiyle başlanmalıdır. İdarenin işleyişine dair sorunlarda rahatlama sağlandığında ülkenin ekonomik kaynakları elverdiğince yapılanmaya gidilebilecektir. Ancak psikolojik ve soysal sorunları çözmek halkın bilinçlendirilmesi ve adalet sisteminin gerekliliğine dair inançların oluşturulmasına bağlamalıyız. Damı akan, masası olmayan ve yetersiz binalarda yargılama sistemi yıllardır sürmekte ancak reform yapılırken halkın bu sisteme uyumu da birlikte ele alınırsa maddi gerçekten daha etkili bir sosyal reformun oluştuğu görülecektir. Onca yapılan yasal düzenlemeye rağmen sistem ve uygulamada değişiklik olmaması ,yasal düzenlemeye ilişkin reformların çok da etkili olmadığı görüşlerini daha etkin kılmaktadır.Ancak reform yapılırken bu üç aşamalı reform uygulamasına gidildiğinde yapılan reform herkes tarafından özümsenmiş olacaktır.Bu durumda en başta kapsamlı bir hukuk reformunun yapılarak tüm hukuk mevzuatının günün koşullarına cevap verecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerekiyor. İkinci olarak, genel bütçeden adalet ve yargı hizmetlerine ayrılan pay artırılarak, adliye binalarındaki fiziki ve teknik yetersizliklerin giderilmesi gerekiyor. Binaların daha modern olması, teknolojinin yeni imkanlarının adliye binalarına taşınması gerekiyor. Adalet Bakanlığı tarafında insan kaynaklarının yönetimi alanında ciddi çalışmalar yapılarak hakim açığının giderilmesi gerekiyor. İnsan kaynaklarında kalite sağlanması için üniversitelerle işbirliği yapılarak hukuk fakültelerinde ve ara insan gücü yetiştiren meslek ve yüksek okullarda kalitenin artırılması için çalışmalar yapılması gerekiyor. Adalet hizmetleri devletin asli görev ve fonksiyonu olmasına rağmen, bu hizmetlerde kısmen özelleştirmeye gidilmesinin yarar sağlayacağına inanıyorum. Özellikle, tahkim sistemine işlerlik kazandırılarak özel hakem mahkemelerinin kurulması ile mevcut devlet mahkemelerinin iş yükünün önemli ölçüde azaltılması mümkün olur diye düşünüyorum. Tabii, bu konunun hukukçular tarafından daha etraflıca incelenmesi gerekir.

  • HSYK'nun Yeniden Yapılandırılması

    Anayasa değişikliği ile Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yapısının yeniden düzenlenerek yürütme erkinden ayrılması ve idari açıdan güçlendirilmesi yargı reformunun en temel öğelerindendir. Yürütmenin yargı üzerindeki ağırlığını açıkça ortaya koyan ilgili anayasa hükmünün yeniden düzenlenmesinin ardından veya bununla birlikte; adli hatalardan dolayı devletin tazminat ödemesi, yasama dokunulmazlığının, memurun yargılanmasına ilişkin hükümlerin, Cumhurbaşkanının yargı üzerindeki haklarının yeniden irdelenmesi gibi bir çok hususun adalet reformu çerçevesinde ele alınması gerekmektedir. Ancak bu şekilde çağdaş bir hukuk sisteminin tam anlamıyla tesisi mümkün olacaktır.

  • Yargının Hızlandırılmasına İlişkin Tedbirler

    Yargı reformu kapsamında alınacak diğer önlemlere paralel olarak, gerek adli, gerekse idari yargının üzerindeki ağır yükü hafifletmek için öncelikle ele alınabilecek konular arasında;

    • İstinaf (üst) mahkemeleri kurularak yeni bir (hiyerarşik) kademe oluşturulması,
    • Diğer yandan mevcut mahkemelerin yanında alternatif hukuk yollarının geliştirilmesi.
    • İdari yargı alanında Ombudsmanlık – Kamu denetçiliği kurumunun geliştirilmesi,
    • Adli yargıda ise usul hukukunda mevcut olan tahkim / hakemlik kurumunun yeniden düzenlenerek teşvik edilmesi Hususları sayılabilir. Bu konuları kısaca irdelersek; Davaların uzun sürmesi adil yargılanma önünde en önemli engel olmaya devam etmektedir.

    Yeni Ceza Muhakemesi Kanununda soruşturma safhasının ciddi ve etkili şekilde yapılması delillerin tamamının bu safhada toplanması, delilsiz dava açılmaması için alınan tüm yasal tedbirler kâğıt üzerinde kalmıştır. Etkili ve yeterli bir soruşturma yapmaksızın hazırlanan iddianamelerin ret edileceği düzenlemesine karşı, 2 yılı aşkın sürede ret edilen iddianamelerin istisna oluşu bu tedbirin etkisiz kaldığını göstermektedir. Hatta bazı tedbirler amacını aşan bir tarzda şüpheliler aleyhine kullanılmaktadır. Delil toplanmasını ve etkili bir soruşturma sürdürmesini sağlamak amacıyla yeni yasa soruşturmanın sürdürüleceği kesin zaman dilimini kaldırmıştır. C.savcıları getirilen bu hükmü istismar ederek tek bir işlem yapmaksızın tutuklu dosyalarda dahi yıllarca iddianame tazmin etmemektedirler. Yine iddianamenin mahkemece kabulüne kadar müdafiinin dosya inceleme hakkının kısıtlandığı düşünüldüğünde durumun vahameti artmaktadır.

    Davaların uzun sürmesinin adil yargılamayı engellemesi yanında bu uzun yargılamaların tutuklu sürdürülmesi diğer bir sorundur. Her ne kadar tutukluluk süreleri için yeni Ceza Muhakemesi Kanununda kesin süreler kabul edilmiş ise de yasanın yürürlüğe girmesine günler kala tamamen politik saiklerle politik tutukluklular açısından maddenin yürürlülük tarihi 1 Nisan 2008 tarihine ertelenmiştir. Bu durum haklarında bir mahkûmiyet hükmü bulunmayan dosyaları derdest ve hukuken hala masum kabul edilen onlarca kişinin on yılı aşan tutukluluk durumunda bulunmalarına neden olmaktadır.

    Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ve diğer kişi hak ve özgürlüklerini düzenleyen sözleşmelerin kanun üstünde bir değere sahip bulunduğu yasal düzenlemeye kavuşmasına rağmen düzenleme yetersizdir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından adil yargılama hakkının ihlaline ilişkin kararların kişilere yeniden yargılama hakkı vermesinin tamamen politik nedenlerle belirli bir tarihten sonra yapılan başvurular için geçerli olması kabul edilemezdir. Olması gereken tarih dahil olmak üzere hiçbir kayıt koymaksızın adil yargılama hakkının ihlaline ilişkin AİHM tarafından verilen tüm kararların başvuru halinde yeniden yargılamaya konu olmasıdır.

    Yukarıda açıklandığı üzere hala delil araştırmasına gerek duymaksızın davalar açılmakta, kovuşturma aşamasında delil toplandığı için ise davalar uzamaktadır. Buna kamu görevlerinin adliyeye karşı olan görevlerini yerine getirmekten sıklıkla imtina etmesi sürekli hâkim değişimi eklendiğinde davalar yıllarca sürmektedir. Bir davanın baştan sona tümünün aynı mahkeme heyeti tarafından görülmesine ilişkin örnekler istisna olarak kalmaya devam etmektedir.

    Açık mevzuat hükümlerinin, mahkemelerin ancak özel ve teknik bilgi gerektiren konularda bilirkişiye müracaat etme imkânı vermesine rağmen, mahkemelerce ne özel ne de teknik bilgi gerektiren konularda dahi bilirkişilerin görüşüne başvurulmaktadır. Hatta bilirkişi raporları sıklıkla mahkeme hükmü haline gelmektedirler. Bunun önlenmesi için acil tedbirler almak gerekmektedir.

    Adil bir yargılama için bağımsız bir adli tıp zorunludur. Adli tıp tarafından hazırlanan raporların hüküm üzerindeki etkisi düşünüldüğünde kurum öncelikle Adalet Bakanlığına bağlı olmaktan çıkarılmalıdır. Kurum özerk hale getirilerek bir üniversiteye bağlanmalı, sağlık alanındaki faaliyeti ise kurumun ilgi sahasından çıkarılarak genel sağlık sistemi içerisine alınmalıdır.

    Kolluk tarafından icra edilen işkence iddiaların saptanmasında kilit öneme sahip adli tıp hekimlerin muayene odalarının; adliye binaları içerisinde bulunması uygulamasına tamamen son verilmelidir. Keza mevcut durumda hekimin, sürekli savcının gönderdiği sanıkları muayene etmesi, bu kişiler hakkında suçlu oldukları yönünde düşünce geliştirmesine yol açmakta öbür yandan, aynı binayı paylaştığı savcının etkisi altında kalmasına neden olmaktadır. Yine hekimler üzerinde savcı ve kolluk etkisini en aza indirmek için muayene işini adli tıp hekiminden alıp genel sağlık sisteminin bir parçası haline getirmekte fayda bulunmaktadır.

  • İstinaf Mahkemeleri (Üst Mahkemeler) Oluşturulması

    İstinaf (üst) mahkemeleri kurularak yeni bir muhakeme kademesi oluşturmak veya mevcut bölge idare mahkemelerini bir istinaf mahkemesi olarak yeniden yapılandırılmak suretiyle Yargıtay’ın / Danıştay’ın iş yükü azaltılabilir bu yüksek mahkemelerin rutin işlemlerden arındırılarak hukuk geliştirme vb türü asli görevlerine dönmeleri sağlanabilir. Bu konuda Adalet Bakanlığının kapsamlı bir çalışma sürdürdüğü bilinmektedir.

  • Ombudsmanlık – Kamu Denetçiliği

    Dünyada yüze yakın ülkede, kişilerin idareyle olan sorunlarının çözmekte yardımcı olmak üzere, “Ombudsman – Kamu denetçiliği” kurumu uygulaması mevcuttur. Buna göre, parlamento tarafından seçilen baş denetçi ve denetçiler idari eylem ve işlemleri hukuka uygunluğun yanı sıra insan hakları ve hakkaniyet açısından da inceleyip karara bağlayabilmektedir. Kamu denetçiliği aynı zamanda, bu idari eylem ve işlemleri yalnızca hukuka uygunluk açısından denetleyen idari yargı için tamamlayıcı bir unsur oluşturmaktadır. Bu yasaya ilişkin olarak yürütülen çalışmalar Adalet Bakanlığınca çoktan tamamlanmış olup, Beş Yıllık Kalkınma Planlarında bu kurumun kurulması öngörülmesine rağmen, taslak uzun süredir Meclis Komisyonlarında bekletilmektedir. İdari yargının yükünün hafifletilmesi ve devlet birey ilişkilerinin daha sağlıklı yürütülmesi açısından bu kurumun bir an önce tesisi önem taşımaktadır.

  • İç (Milli) Tahkim - Hakemlik

    Öncelikle belirtmek gerekirse, son zamanlarda tahkim kavramının güncel olmasına neden olan ve yabancılık unsuru bulunan ilişkilerde uygulanan uluslararası tahkime burada girilmeyecektir. Burada sözü edilen tahkim yabancılık unsuru içermeyen gerçek ve tüzel kişiler için öngörülen iç tahkim veya milli tahkimdir. Normal şartlarda hakkına tecavüz edilen kişi (davacı), hakkının tanınması için yalnız devletin mahkemelerine başvurabilir. Bunun tek istisnasını tahkim teşkil etmektedir. Devletin mahkemelerinin yanında yine bir usul hukuku kurumu olan ve Hukuk Muhakemeleri Usulu Kanununun (HMUK) 516-536. Maddelerinde düzenlenen tahkim, yargı reformunda öncelikle ele alınması ve geliştirilmesi gereken kurumdur. Tahkim, esasen bir davanın hakemler aracılığı ile çözülmesine dayalı özel bir yargı yoludur. Bu nedenle tahkim bir mahkeme kimliğini haizdir denilebilir.Tahkim olgusu çeşitli kıstaslara göre tasnif edildiğinde; uluslararası tahkim – iç / milli tahkim, mecburi – ihtiyari tahkim, kurumsal – kurumsal olmayan tahkim şeklinde adlandırılabilirler.

    HMUK’ta düzenlenen tahkim, mecburi ve ihtiyari tahkim olmak üzere ikiye ayrılır.Mecburi tahkim özel kanunlarında belirtilen ihtilaf hallerinin zorunlu olarak tahkimle çözülmesini ifade eder. (Kamu kuruluşları arasındaki ihtilaflar, toplu iş uyuşmazlıkları, kooperatifler ve avukatlık kanunlarında sözü edilen uyuşmazlıklar gibi). Bunun dışında tüm tahkimler ihtiyaridir. İhtiyari tahkim, tarafların hakeme gitmeyi kararlaştırdıkları borçlar hukuku hükümlerine göre yapılmış bir usul hukuku sözleşmesi olan tahkim anlaşması ile taraflar ile hakemler arasında yapılan hakem sözleşmesinden oluşur. Burada taraflar rızaları ile / anlaşarak tahkim yoluna başvururlar. İhtiyari tahkim sadece medeni yargıya giren uyuşmazlıklar için mümkündür. Yalnızca tarafların rızalarına tabi olmayan konularda, örneğin kamu düzeni ile ilgili konularda, tahkim mümkün değildir. İlgililerin hakeme gitmelerinin ana nedeni, aralarındaki uyuşmazlığı bir an önce halletmek istemeleridir. Nitekim yasa koyucu bu nedenle HMUK madde 529 da hakemlerin 6 ay içerisinde karar vermelerini zorunlu kılmıştır. Ayrıca tahkim işlemlerinde gizlilik daha kolay sağlanabilmektedir. Bunun ötesinde hakemler adalet ve nesafet esasına göre karar verirler ve diledikleri yargılama usulünü seçme serbestileri bulunmaktadır..

    Yurt dışında bu tahkime konu olabilecek uyuşmazlıkların büyük bölümünün (%70) tahkim yolu ile çözümlendiği bilinmektedir. 1926’dan beri bu konuda düzenleme bulunmasına karşın, ülkemizde iç tahkim olgusu geliştirilmemiştir. Burada Yargıtay’ın genel tavrının tahkim kurumunu teşvik eder yönde olmaması önemli etkenlerden birisidir. Bu alternatif hukuk yolunun, hukuk birliği çerçevesinde geliştirilmemesi sonucu tüm yargı yükü resmi mahkemelerin üzerinde kalmış, yargılama süreleri uzamış, yargıçlar kamusal düzeni ilgilendiren ve asıl ilgilenmeleri gereken konulara zaman ayıramaz olmuşlardır. Kısaca tahkim / hakemlik olgusunun geliştirilmemesi ve teşvik edilmemesi hukuk sistemimizi olumsuz etkilemiştir.

  • İddia Makamı İle Karar Makamı Kurumsal ve İşlevsel Olarak Ayrılmadır

    TC. Anayasası hala hâkimleri ve cumhuriyet savcılarını eşit telakki etmektedir.Anayasanın, hâkimler ve savcıların mesleki hak ve görevlerinin kurumsal ve işlevsel ayrılığını sağlayacak şekilde değiştirilmesi gerekmektedir. Sorun sadece teorik temelde değildir. Sav ve karar makamlarının pratik olarak da bütünleştiği gözlemlenmektedir. Hâkimlerin kendileriyle aynı binada oturan, ofisleri yan yana, aynı yemekhaneyi kullanan savcılarla savunma makamı arasında tam bir eşit yaklaşım sergilemeleri mümkün gözükmemektedir. Öncelikle cumhuriyet savcılarının mahkeme binaları dışında ofislere sahip olmaları ya da aynı bina içinde hâkimlerin oturdukları kısımdan başka bir bölüme yerleştirilmeleri gerekmektedir. Duruşma başlarken, savcı ve hâkimlerin aynı kapıdan, aynı anda duruşma salonuna girmelerine rağmen, avukatlar duruşma salonuna halkla birlikte ayrı bir kapıdan girmektedirler. Hâkim duruşma salonundan ayrılırken savcı da hakimle birlikte aynı kapıdan çıkmakta ve savunma avukatını halkın kullandığı kapıdan çıkma durumunda bırakılmaktadır. Bu duruma son vermelidir. Cumhuriyet savcılarının duruşma salonlarına, eşit oldukları savunma ile aynı kapıdan girmelerinin ve ayrılmalarının sağlanması konusunda gerekli tedbirler alınmalıdır. Duruşma salonlarında hakimle savcının aynı kürsüde değil iddia makamı olarak savunma makamı ile aynı yerde oturmalarının sağlanması, karar müzakerelerinde avukatın bulunmadığı görüşmede savcının da bulunmaması gerekir. Cumhuriyet Savcıları da davalarla ilgili kendi dosyalarını ve savunma belgelerini hazırlamalı mahkemenin dosyasını kullanması sonlandırılmalıdır.

    Yıllardır bilim ve yargı çevrelerinin itirazına rağmen kolluğun dolayısıyla İçişleri Bakanlığının yargı üzerindeki etkinliği artarak devam etmektedir. Ceza hukukunda adil hüküm kurulabilmesi, tam ve doğru hazırlık soruşturmasına bağlıdır. Tam ve doğru bir soruşturma için de; konusunda uzman, hukuku, soruşturma, delil toplama teknik ve taktiklerini iyi bilen, delil, eser ve emarelerden suçluya ulaşabilen, idari ve siyasi organlara karşı bağımsız bir kolluk kuvvetine ihtiyaç bulunmaktadır. Her ne kadar Ceza Muhakemesi Kanunu C.savcısının soruşturma safhasının amiri olduğunu düzenlemiş ise de bu düzenlemenin gerçekle bir ilgisinin bulunmadığı bilinmektedir. İşleyişte C.savcısı kolluğun işlem ve eylemlerine onay veren makam görünümündedir. Soruşturma safhasının hukuksal sahaya alınması için her açıdan C.savcısının emri ve denetimi altında adli kolluk teşkilatı kurulmalıdır.

    Yakalanan ve gözaltına alınan şahısların, özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları andan itibaren ücretsiz olarak avukata erişim hakkı istisnalar dışında bulunmamaktadır. Terörle Mücadele Yasası, Polis Vazife ve Salahiyetleri Hakkındaki Kanun ile Ceza Muhakemesi Kanununda yapılan değişikliklerle birlikte bu yönde 15 yılda elde edilen kazanımların tamamı yok edilmiştir. Alt sınırı 5 yılı bulan kimi ağır suçlamalar dışında zorunlu avukatlık kaldırılmıştır. Yine getirilen kimi düzenlemelerle avukatın varlığına rağmen etkili bir hukuki yardımın sunulması imkânsız hale getirilmiştir. Keza keyfi gerekçelerle gözaltına alınan şahısların avukatla görüşmeleri 24 saat süre ile engellenebilmesi yine görüşmenin bir kolluk görevlisi nezaretinde yapılması mümkün hale getirilmiştir. Avukatların müvekkilleri ile ilgili dosyaları incelemeleri iddianamenin kabulüne kadar yasaklanabilmektedir. İddianamenin hazırlanmasına ilişkin 5271 sayılı CMK’da kesin bir süre bulunmamasını istismar eden savcılar nedeniyle bu sürenin yılları bulunduğu unutulmamalıdır. Bu hali ile Türkiye’de adil bir yargılama yapılabilmesi mümkün değildir. Yakalama, gözaltına alma veya hakkında bir cezai takibat başlatılması durumlarında olan herkesin avukata erişim hakkı hiçbir kayıt konmaksızın sağlanmalıdır. Avukatın etkili bir hukuki yardımda bulunmasını engelleyen düzenlemeler kaldırılmalıdır. Duruşmaların devamı esnasında avukatların müvekkilleri ile konuşma talepleri duruşmanın engellenmesi olarak algılanmaktadır. Duruşma esnasında, avukatların müvekkilleri ile konuşmalarına izin verilmesinin sağlanması adil bir yargılama faaliyeti için gereklidir.

  • Yargı Sisteminin İşleyişi Konusunda Öneriler

    Yargı sisteminin Anayasa ve kanunlar üzerinde yapılacak düzenlemelerle iyileştirilmesi gerekli olmakla birlikte sorun tek başına buradan kaynaklanmamaktadır. Yargı sisteminin günlük işleyişinden kaynaklanan sorunların ortaya konulması gerekir.

    Günümüz dünyasında yerinden yönetim ilkesi önem kazanmaktadır. Oysa Ülkemizde ve Adalet Bakanlığı uygulamalarında merkezi yönetime kayma, her şeyin merkezden sorulmasını isteme gibi bir anlayış gelişmektedir. Örneğin; adliye hizmet binalarının yapımı, binalara alınacak mefruşatın temini gibi hususlarda son dönemde merkezileşmeye gidilmiştir.

    a)Adliyelerin yönetimi konusu bilimsel bir şekilde ele alınmalıdır. Adliye yönetiminin yargı bağımsızlığına gölge düşüren uygulamalara imkan vermeyecek şekilde ele alınması ve yapılandırılması gereklidir. Bir hakimin oturacağı odanın belirlenmesi bile Cumhuriyet Başsavcılıkların inisiyatifindedir.

    b)Adliyelerde fark edilmeyen en önemli eksiklik; yetişmiş ve yetkili ara eleman yokluğudur. Bugünkü sistemde; her şey hakimin ve savcının sırtındadır. Nüfus müdürlüğünden bir nüfus kaydının istenmesine ilişkin yazıyı bile hakim imzalamak durumundadır. Oysa Avrupa’nın pek çok ülkesinde olduğu gibi; hukuk fakültesinden mezun olmuş elemanlar alınarak bunların yazı işleri müdürü olarak çalıştırılması ve bu müdürlere bazı yetkilerin verilmesi sorunun çözümünde yardımcı olacaktır.

    Aslında konuya Ülkemizde yabancı değildir. Bugün icra müdürlüğü ile icra hakimliği arasındaki ilişki benzer durumdadır ve bu uygulama diğer mahkemelere de yaygınlaştırılmalıdır. Bu şekilde temin edilecek ve yetkilendirilecek yazı işleri müdürleri, ilgili hakim ve savcının imzasına gerek kalmaksızın örneğin;

    aa)Yapılan duruşmalarda verilen ara kararlarının yerine getirilmesine ilişkin yazıları hazırlatıp imzalamak,

    bb)İnfaz işlemlerine ilişkin tüm işlem ve yazışmaları hazırlayıp imzalamak,

    cc)Kanun yoluna başvuru ile ilgili olarak yapılan işlemlerin ön incelemesini yapıp; şekil, süre, yetki gibi sebepleri ele alıp bu noktalardan uygunluğunu denetlemek,

    dd)Tebligat işlemlerini doğrudan yapmak veya yaptırmak, gibi yetkilere sahip olmalıdır. Yazı işleri müdürünün yaptığı bu işlemlere karşı bir itiraz söz konusu olduğunda konu ilgili hakim ve savcı tarafından karara bağlanmalıdır.

    c)Adliyelerin en küçük ihtiyaçları için yazışma ve bütçe taleplerinin önüne geçilmelidir. Bunun için, yukarıda açıklanmaya çalışıldığı gibi temin edilecek yetişmiş ve yetkili ara elamanlar tarafından her yıl bir sonraki yıla ilişkin olarak o adliyenin ihtiyaç duyduğu hususları ortaya koyan bütçeler hazırlanmalı ve yıl içerisinde bu bütçe idare edilip harcamalar bunun üzerinden yapılmalıdır. Bu şekilde hazırlanacak bütçeler genel bütçenin oluşturulmasında da yol gösterici olacaktır.

    d)Yerinden yönetilecek adliyelerin karşılaşacağı büyük sorunların merkezi idare ile birlikte çözümünü sağlayacak mekanizmalar kurulmalıdır.

    Yargının en önemli sorunun işleyişe ilişkin düzenlemelerde olduğunu düşünmekteyim. Bu nedenle şu hususlara yer vermek gerekiyor. Buna göre;

    a)Soruşturma bütün aşamalarında Cumhuriyet savcısının etkin katılımı ile yürütülmelidir. Cumhuriyet savcılarının yaptığı işin basit bir evrak işi olmadığı vurgulanmalıdır. Ceza adaletinin etkinliği savcılık teşkilatının gücü ve etkinliği ile doğru orantılıdır. Denilebilir ki ceza adaleti sisteminin en önemli unsuru savcılık kurumu ve savcılardır.

    b)Soruşturmaya ilişkin evrakın ilk olarak alındığı suç üstü ve müracaat savcılıklarında evrak titiz bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bunun yapılabilmesi için suçüstü ve müracaat savcılıkları yeniden ve amacına uygun biçimde organize edilmelidir. Bu birimler ilgili savcılıkların en etkili ve en verimli birimleri haline getirilmelidir.

    Evrakın hazırlanmasında ve delillerin toplanmasında eksiklik söz konusu ise bu durum suçüstü ve müracaat savcılığı tarafından yazı ile soruşturma evrakını hazırlayan kolluk birimine bildirilmeli, söz konusu yazının bir örneği ayrı bir klasörde saklanmalıdır. Bu şekilde biriken yazılar üzerinde belirli dönemlerde yapılacak inceleme ve istatistik çalışması ile o yörede bulunan kolluk görevlilerinin hangi konularda ne gibi aksaklıklara yol açtığı belirlenmeli ve ilgili birimlerle işbirliği içerisinde bu aksaklıklar giderilerek etkin bir soruşturma yapmak konusunda politikalar oluşturulmalıdır. Bireysel çözümler yerine sistemin üzerinde durulmalı ve sistemin daha iyi işlemesine yol açacak çareler bulunmalıdır.

    c)Soruşturmaya muhatap olan kişilere soruşturmanın ilerleyen aşamalarında ulaşamama yargının etkinliğini azaltan en önemli nedenlerden birisidir. Kolluğun; kişinin kimlik bilgileri, ev ve iş adresine sormaktan öteye gitmeyen bilgi toplama anlayışı terk edilmelidir. Bunun yerine;kişinin kimlik bilgileri, ev adresi, iş adresi, en çok irtibat halinde bulunduğu iki yakınına ait adres bilgileri, kişi başka şehirden gelmiş ise soruşturmanın yapıldığı şehirde bulunan tanıdıklarının isim ve adres bilgileri, belirli bir bankadan maaş alıyor ise buna ilişkin bilgiler, yaptığı sosyal etkinliklere ilişkin bilgiler sorgulanıp kişinin sosyal bağları belirlenmeli ve kendisine tekrar ulaşılması gerektiğinde bu bilgiler kullanılmalıdır,

    d)Basına sıklıkla yansıyan başkasına ait kimlikle yargılanıp ceza alma gibi yargının saygınlığını zedeleyen durumlara karşı önlem olarak; soruşturmaya uğrayan herkesin fotoğrafının çekilerek yargılama dosyasına konulması sağlanmalı, yargılanan kişin kim olduğu konusunda oluşacak tereddütler giderilmelidir.

  • Yargının İletişimi ve Halkla İlişkiler Sorunu

    Yapılamaya çalışılan sorunu çözmekten çok günümüzde ülkemiz “cilalı imaj devrini” yaşamaktadır. Belli zorlamalar gereği mevcut uygulamada pratik çözümler yerine görünürde reformlar yapılmaya çalışılmaktadır. Halkla ilişkiler ve iletişim son derece önemli bir konudur. Yargı sistemi hayatın akışı içerisinde pek çok sorunla karşılaşmaktadır. Pek çok kişi ile ilgili işlem yapmakta, doğru veya yanlış kararlar vermektedir. Muhatap olduğu kişilerin ellerinde bulunan güçlerle kendisine yönelik saldırıları karşılamaya sükunet içerisinde görevini yapmaya çalışmaktadır.

    Yapılanları dile getirmek, yapılanların nedenlerini anlatmak, yargı sisteminin işleyişi konusunda kamuoyunu bilgilendirmek artık bir gereklilik olmuştur. Yargıya yapılan hiçbir saldırı karşılığını bulmamakta, aklı selim bir cevap almamaktadır. Bu durum toplumda yanlış bilgilendirmeye bağlı algılama bozukluklarına ve yargıya karşı güvensizliğe yol açmaktadır. Sorun polemik yaratma sorunu değildir. Sorun yapılanların açıklanması sorunudur. Hele ki kanunların bütünü ile değiştiği günümüzde bu sorun daha da büyük önem kazanmıştır.

    Toplumu ilgilendiren soruşturmalar konusunda toplumu bilgilendirme görevini adliyeler yerine getirmemekte, bunun yerine bu görevi aslında soruşturmaya ilişkin bilgilere sahip olma yetkilerinin varlığı bile tartışma konusu olan idari görevliler yapmaktadırlar.

    Tanık Koruma Yasası yürürlüğe girmesine rağmen adli teşkilat içinde tanık bilgilendirme ve tanığa yardıma etmeye ilişkin birimler aynı zamanda halkla ilişkiler birimi ile birlikte kurulabilir. Tanık bilgilendirme ve yöneltme birimleri sayesinde tanıkların daha hazırlıklı olarak duruşmalara çıkmaları ve hangi konuda bilgisine başvurulduğu yönünde bilgi sahibi olarak yargılama içerisinde bulunacağı unutulmamalıdır. Oysa tanıklar duruşma salonuna gelinceye kadar hangi konuda tanıklığına başvurulacağını dahi bilmemekte ve bu yüzden tanıklık çekinilen bir durum olarak kendini göstermektedir. Buna göre;

    a)Adalet Bakanlığı nezdinde haftalık ve gerektiğinde hemen basını ve kamuoyunu bilgilendirecek sözcülük sistemi kurulmalı ve etkili bir biçimde uygulanmalıdır,

    b)Hiç olmaz ise büyük illerin Başsavcılıkları nezdinde günlük olayların ele alındığı ve basının bilgilendirildiği günlük basını bilgilendirme toplantıları belirlenen sözcü tarafından yapılmalıdır.

    c)Toplum yargı sisteminin işleyişi ve hukuk kültürü konusunda bilgilendirilmelidir. Mahkemelerin işleyişi, hukuk kurallarını uygulanış biçimi konularında toplum aydınlatılmalıdır. Bu yapılırken; hukuk kurallarının art arda sıralanarak açıklanması yerine halkın anlayabileceği açıklamalara yer verilmeli, bağımsız ve etkili bir yargı sisteminin herkes için bir gereklilik olduğu üzerinde durulmalıdır. Çoğu olaylarda halkın yanlış bilgilerle tahrik altında kaldığı ve linç girişimlerinin görüldüğü bilinen bir gerçektir.

  • Yargı Sisteminin İçerisinde Yer Alanların Hukuk Kültürü

    Toplumun hukuk kültürünün zayıf olması bir yere kadar anlaşılabilir ve katlanılabilir bir sorundur. Ancak, yargı sisteminin içerisinde yer alan unsurların hukukun üstünlüğünü özümsememesi, yargı bağımsızlığına inanç duymaması ya da bu kavramalara sadece kendilerine karşı olmadığı sürece itibar etmesi büyük bir sorundur. Bir hakimin verdiği karar nedeniyle kendi meslektaşları tarafından hukuk dışı söylemlerle eleştirilmesi, bağımsız nitelikteki avukatın konum ve yetkilerini tartışmaya açma ve bu yetkilerin görmezden gelinmesi, soruşturma sonucunda ele geçen şüphelinin hakim tarafından serbest bırakılması üzerine “durumu içine sindiremeyen” kolluk amirinin davranışları hiçbir işlem yapılmaması gibi uygulamalar hukukun içselleştirilemediğinin göstergeleridir.

    Tutuklama gibi son derece önemli bir koruma tedbirinden hukukun dışına çıkılarak başka yararlar beklenmesi sıkça rastlanan bir durumdur. “Toplum düzeninin veya asayişin sağlanması” tutuklama kurumunun hizmet ettiği amaçlar değildir. Kanunlara bakıldığında apaçık bir biçimde görülen bu gerçek iş uygulamaya geldiğinde tam olarak uygulanamamaktadır. Yargı sisteminin içerisinde yer alanlar dahi tutuklamadan amacı dışında yararlar beklemekte, beklentileri karşılanmayınca hukuk dışı söylemlere başvurulabilmektedir

    Bir kişinin neden tutuklandığının veya tutuklanmadığının bilinmeli ve topluma ve yargı sisteminin içerisinde yer alanlara anlatılmalıdır. Tutuksuz yargılanan kişi hakkında yargılama sonucunda verilen ve kesinleşen karar kamuoyu ile paylaşılmalı, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan kişinin cezasız kalmadığı vurgulanmalıdır.

    Bu anlamda; Hakim, savcı, avukat, adliye personeli, kolluk görevlisi ve yargıyı takip eden basın mensuplarına yönelik olarak yargı etiği, insan hakları, hukuk devleti konularında sürekli, etkili, kısa zamanlı eğitim faaliyetleri planlanmalıdır. Gerek medyada gerekse yazılı –sözlü basında hukuk sitemine yeni getirilen sistemlerin halka duyurulması ve bilgi verilmesi amaçlanmalıdır. Sanık haklarının hatırlatılması, uzlaşma, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, çapraz sorgu kurumları konusunda sloganlaşmış bilgilendirme proğramı uygulanmalıdır. Çünkü bu kurumlar henüz uygulamada başvurulan yollardan olmamaktadır.

    Tutuklama gibi önemli ve en son başvurulması gereken koruma tedbirine çoğu zaman, kolluğun eksik soruşturma ile gelmesi neden olmaktadır. Kolluk tarafından yeterli ve etkin delil toplama faaliyeti yapılmadan soruşturma evrakı şüpheli ile birlikte Mahkemeye getirilmekte daha sonra bu eksik deliller nedeniyle bırakıldığında bu durum yanlış değerlendirmeler yol açmaktadır. Etkin bir soruşturmaya ilişkin önlemler alınmalıdır.

  • Mesleğe Kabul, Yetkinlik ve Yargısal Mesleki Etik Kuralları Kanununun Kabul Edilmesi

    Hâkimler ve Savcılar Kanununda, hâkimlerin uygun olmayan davranışları konusunda belli kurallar konulmuş olsa da, Türkiye’de hâkim ve yargı hizmetinde çalışan diğer kişiler için meslekî etik ve disiplin kurallarının yazılı standartlara bağlandığı resmî bir yargısal Etik Kanunu bulunmamaktadır. Bize göre, daha önce avukatlar, doktorlar ve mühendisler için olduğu gibi bir Etik Kanunu oluşturulması, Türkiye’de yargının kalitesini yükseltecektir. Ayrıca Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ‘Bangolare Yargı Etiği’ ile ‘Budapeşte İlkeleri’ne yollamada bulunularak ve bunlar esas alınarak ‘Yargısal etik ve Davranış Kuralları ‘nı içeren bir düzenleme yapılması olumlu gelişme olacaktır.

    Bir Yargısal Etik Kuralları Kanunu, yargıçlar ve yargıç adaylarının, yargısal ve kişisel alanda yüksek standartlar oluşturmalarına destek sağlayacaktır. Bu, bağlayıcı yükümlülükler ve bağlayıcı olmayan ifadeleri bir araya getirerek neyin uygun olduğunu belirlemekle gerçekleştirilecektir. Hukukî ya da cezaî sorumluluk temelinde kullanılıyor olmasa bile, bu kanun yargıçlar için disiplin sağlayıcı bir yapı oluşturacaktır. Bu kanunun etik kurallar için nihaî bir rehber olmayacağını kabul ediyoruz. Yargıçlar ve yargıç adayları kendi yargısal ve kişisel kurallarını yine de genel etik standartlara uyduracaklardır. Ancak bu kanun bazı temel standartların belirlenmesi ve yargıç ve yargıç adaylarının yargı görevleri sırasında yüksek standartlar elde etmelerine hizmet edecektir.

    Yargıç adayları, genel idare hizmetleri sınıfından çıkarılmalı, kadroları adaylık süresince Türkiye Adalet Akademisinde olmalı, mülakatları ise yeniden düzenlenmiş HSYK tarafından yapılmalıdır.Adalet Akademisi döneminde kamu avukatlığı kurumu oluşturulmalı,mesleki eğitim içinde yetişme sağlanmalıdır.Ayrıca yargıçlık için asıl kaynak ,avukatlık olmalıdır.Oysa avukatlıktan yargıçlık mesleğine geçişlere yönelik halen mevcut olan uygulama kabul edilebilir durumda değildir.Adalet Akademesi yüksek lisans ve uzmanlık eğitimi veren bir kurum halinde getirilmelidir.

  • Yeni Ceza Adalet Sistemine İlişkin Sorular

    5237 sayılı TCK ve 5271 sayılı CMK ve bunlara bağlı olarak çıkarılan pek çok kanun ile daha çağdaş, kişi hak ve özgürlüklerine daha önem veren bir yapı kurulmak istenmiştir. Bu kanunların içinde barındırdığı kurumlar geneli itibarıyla olumludur ve toplum yaşamında ileriye doğru dönüşümde etkili bir rol oynayacaktır.

    Yeni bir ceza adaleti sistemi öngören yasaların bütünlüğü içerisinde bazı eksiklik veya aksaklıklar barındırması doğaldır. Bunların bir kısmı da zaman içerisinde düzelecektir. Ancak eksik veya yanlış olduğu söylenen bazı durumlar ise yasa koyucunun takdirine giren hususlardır. Eksikliklerin zaman içerisinde düzelmesi beklenmektedir. Ancak “eksiklik veya aksaklık düzeltiliyor” denilerek yasaların bütünlüğü ve sistemi bozulur ise daha büyük sorunların ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle yapılacak düzenlemelerde yasaların bütünlüğü gözden kaçırılmamalıdır. Yasaların ülke gerçekleri göz ardı edilerek aceleyle oluşturulması ve eleştirel yaklaşımlar şeklindeki ülke gerçeklerini yasaya uydurmak yerine yasayı ülke gerçeklerine uydurmak yolu seçilmesi gerekirken gerçeği görmekten uzak davranışlar ve zorlama mantığı umulan yoldan daha baştan ümidi kesmek olmamalıdır.

    Yeni sistemin getirdiği sorunların çözümü konusunda pek çok kişi; hakim, savcı ve personel sayısından, bina, araç ve gereç eksiğinden, kolluk görevlilerinin yeterli ve yetkin olmadığından bahsedecektir. Bahsedilecek olan hususların tümü haklı ve yerindedir. Ancak bunların hepsi bilinen gerçekler olmakla birlikte, bu sorunların çözümü çoğu kez kurum dışındaki kişi ve kurumların elindedir. Bazı sorunların çözümü ise kısa vadede mümkün değildir. Sorunların büyük kısmı kaynak ve zaman sorunundan doğmaktadır. Bu nedenle yeni sistemle ilgili sorunların çözümü konusunda söylenecek ve tümü haklı olan bu düşüncelerin yanı sıra başka şeyler de söylemek gerekir.

    Yeni sistemin getirdiği sorunların büyük bir çoğunluğu ANLAYIŞ ve ÇALIŞMA SİSTEMİNİN DEĞİŞMEMESİNDEN kaynaklanmaktadır. Tümü ile yeni kanunlar çıkarılmış, yepyeni bir sisteme geçilmiş olmasına rağmen pek çok kişi bu değişikliklerin kapsamını tam olarak kavrayamamıştır. Yapılanın basit bir imaj değişikliği, temelde her şeyin eski usül yapıldığı konusundaki inanç yaygındır. Hal böyle olunca, bu düşüncede olanlar sisteme bakışlarını değiştirmemişler, hukuk kurallarına ve kurumlarına eksi anlayışlarıyla yaklaşmışlardır. Sorunlar tartışılırken, konunun eski düzenlemesinin ne olduğu sorgulanmış ve eskiden ne yapıldığına bakılarak yeni sisteme uygun çözüm aranmıştır. Oysa bu tür bir yaklaşım tümü ile değilse de büyük ölçüde yanlıştır.

    Önceki ceza ve yargılamasına ilişkin yasalar döneminde adliyelerde nasıl bir çalışma düzeni var ise bugün de büyük ölçüde aynı çalışma düzeni hakimdir. Sistem değişmesine rağmen çalışma yöntemleri değişmemiştir. Eski yöntemlerle yeni sisteme yaklaşılmaktadır. Bu durum çözümü zor sorunlar doğurmaktadır. Yeni sistemde soruşturma aşaması tümü ile Cumhuriyet savcısının denetim ve yönlendirmesinde yapılması gerekmesine, bazı suçlar açısından soruşturmanın bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından yapılması bir zorunluluk olmasına rağmen 24 saat çalışma esasına pek çok yerde geçilememiştir. Nöbet uygulaması eskiden olduğu gibi “çağrı üzerine gelme, telefon ile talimat verme” şeklinde sürdürülmektedir. Özellikle iş oranının yüksek olduğu yerlerde nöbetçi hakim ve savcıların nöbetçi oldukları sürenin tümünü adliyede geçirmeleri böylece hakim ve savcının sahada olması sağlanmalıdır. Telefonla verilen talimatlara dayalı soruşturma etkin olamamakta, yeni sistemin ortaya koyduğu kurum ve kurallar hayata geçirilememektedir. Doğrudan soruşturma görevi olmayan kollukta kötü muamele ve işkence iddiaları son yıllarda özellikle artış göstermektedir. Bu durumda adli kolluk ve delil toplamada Ceza Muhakemesi kurumlarının yeterince anlaşılmaması sebebine dayanmaktadır.

    Yargı erki için bilge hukukçu, İlhan Özay; “Devletin organları arasında yargı, yasama ve yürütme ile karşılaştırınca eşitler arasında önde gelir” diyor. Eşitler arasında birinci olma, önde gelme olayı bu erkin işlevinden kaynaklanıyor. Yargı, düzeninin temeli olan adaleti sağlar. Huzur ve güven ortamını yaratır. İlişkilerin bir ahenk içinde yürümesine katkıda bulunur. Bu işlevi yerine getirecek olan yargı erkinin bağımsız ve güvencede olması gerekir.

    Bu iki sorunun çözümü sadece mali değil siyasi iradeyle ilgilidir. Çünkü hukuki temeli oluşturarak siyasi istenç ve irade bulunmalıdır. Ancak yürütmenin tahakkümü altındaki yasama buna ilişkin düzenlemeyi yapmaktan kaçınmaktadır.

    Yargının sorunları konusunda önce bina, konfor, salon, iş hacmi, vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışıklıklar gibi uzun bir liste sunulursa da asıl sorun “nitelik “sorunudur. Yargıda görev alma özellikle savcı ve yargıçlar için bir bağlayıcı tercihtir. Eski yasada hakim bilgin, anlayışlı, doğru, emin, güvenilir, temkinli ve sağlam olarak tanımlanıyor. Bu vasıfları taşıyan yargıç; damı akan bir binada, yıpranmış bir koltuğa oturarak, kırık bir masada eski bir daktilo ile görev yaparak toplum vicdanında saygı uyandıran kararlar verebilir. Yargının sorunları bu çerçevenin içindedir.

    Bugün yargı tablosunun küçük bir yerinde de olsa iktidar sahipleri ile ilgili verilen beraat kararları temyiz edilmiyor. Kimi davalar zamanaşımının yazgısına bırakılıyor. Beraat kararı veren hakimlerle bu kararı temyiz etmeyen savcılar yargının önemli noktalarına geliyorlar. Davaları zamanaşımına terk edenler hakkında kovuşturma bir yana ödüllendiriliyor. Bütün bu sorunları yabancıların uyarısına gerek kalmadan içimize sindirerek çözebiliriz. Bunun için dar grup anlayışından uzaklaşıp biraz vatansever olmak yeterlidir.

  • Teknolojik Yapılanmada Sorunlar

    UYAP yargı ağı projesi teknolojinin kullanımına imkan sağlamıştır. Ancak sistemin işleyişinde yargılama sistemine aykırı durumlar meydana gelmektedir. Duruşmalar kesintisiz olması gerekirken yargı ağı bağlantısı kesildiği zaman duruşmaya ara verilmekte ve işler tamamen durmaktadır. Bu sistemde doğrudan merkezi sisteme bağlanma yerine her adliyede ana bilgisayar kurularak yapılan çalışmalar güncelleme paketleri yoluyla ulusal yargı ağı projesine verilmelidir. Adliye içersinde oluşturulan eternet ağı ile ana bilgisayara bağlanmalı ve adliye yazı işleri müdürlüğü tarafından Ulusal Yargı ağına aktarılmalıdır.Bu durumda internet bağlantısı kesildiğinde duruşmalara ara verilmeyecek ve işler kesintiye uğramayacaktır.

  • Sonuç

    Yargıda reform bir ihtiyaçtan doğmaktadır. Reform yapmak, yargıyı yatırım alanı olarak kabul edip, fizik şartların ihyası değil, reformist yaklaşımla sistemi düzeltmek, işleyişi etkinleştirmektir. Bunun yanında yapılan reformların da herkesi tarafından özümsenmesidir. Sistemi düzeltmek değil, göze hitap eden yeni binalarla sorunların çözüldüğü imajı yaratılmaya çalışılmamalıdır. Yeni binaların ve bilgisayar, UYAP gibi teknolojik imkanların yargıya sağlanması önemlidir, ancak asıl önemli olan yargının bu binalarda, hangi sistem içerisinde, hangi sorunlarla boğuşarak, hangi iş yükü altında çalıştığıdır. Elbette yargı hizmeti köhne binalarda, ilkel yöntemlerle sürdürülmemelidir,kuşkusuz bilim ve teknoloji de yargı için önemlidir.Ancak önceliğin ne olduğu, erkler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı gözetilerek bilim ve teknolojiden nasıl yararlanılması gerektiği doğru ve gerçekçi biçimde belirlenmelidir.Sistem sorunları giderilmeksizin, görsel unsurlardaki biçimsel iyileştirmeleri ,yürütme organının yargıyı bir istihdam alanı, bir ihale alanı olarak öne çıkarmak çabası olmamalıdır.Açıkça görülmektedir ki; hukuki sorunlara getirilmeye çalışılan çözümlerin yanında ihtiyacımız olan şey zihniyet reformudur. Eksikliklerle dolu reform sorunlar yumağını büyütecektir. 17.12.2008

    Av.Hüseyin Şahin
    Cumhuriyet Mahallesi Zafer Caddesi Kat:2 No:45/B DÜZİÇİ/OSMANİYE
    Tel/Faks:0.328.876.0800

BAROMUZ

Osmaniye Barosu, tüzel kişiliğe sahip kamu kuruluşu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Baromuzun kuruluş tarihi 12.03.1997'dir. İlk Kurucu Başkanımız Av.Ünsal KÖKTEN' dir.

Avukat Arama
Baromuza kayıtlı Avukatlarımız:
Osmaniye Barosu
UYUMLU MOBİL CİHAZLAR